Ayrımcılığa Hizmet Eden Gerçeklik: Heteronormativite
- Mert Ali Kurban
- 30 Kas 2023
- 6 dakikada okunur
Toplumsal yaşam içerisinde karşımıza çıkan “norm” ve “normal” kavramları, birbirleriyle yakın ilişkili kavramlardır. Bir şeyin normalliğinin değerlendirilebilmesi için; toplumsal yaşamda kabul gören, yaygın şekilde gözlenebilen ve toplum tarafından normalleştirilmiş bir yapıya sahip olması gerektiğini düşünmek ilk bakışta yanlış gözükmemektedir. Peki toplumsal yaşamda yaygın ve kabul gören her şey normal midir? Toplumsal yaşamı oluşturan kişilerin çoğunluğunun, norm olanın ya da normallik ölçütlerinin dışına çıkmama eğiliminde olduğu söylenebilir. Toplumların normalizasyonun sağlanmasında biyo-iktidar yaklaşımının etkisini işaret eden Foucault (2011)’a göre; söz konusu yaklaşımın, insanların normlara uyum göstermelerine ek olarak toplumu “normalleştirme” noktasında da örgütleyici bir işlevi vardır. Toplumsal yaşamdaki norm ya da normallik ölçütlerinin varlığı ya da görünürlüğü “istisnai” ve “anormal” kavramlarının tanımlanmasını da gerekli kılmıştır. Nitekim toplumsal yaşama ait normlara uymayan kimseler; sapkın, günahkar, hasta ya da suçlu olarak damgalanmaktadırlar. Toplumsal yaşam içerisinde fiziksel ya da zihinsel engellilere, psikolojik rahatsızlığa sahip kimselere, uyuşturucu bağımlılarına, sabıkalı kimselere, işsizlere, belirli sınıfsal, etnik ya da dini aidiyete sahip kimselere ek olarak; elbette egemen cinsel kimliğe sahip-dahil olmayan eşcinsel, biseksüel, trans, interseks ve aseksüel kimseler de “anormal damgası” yemekten kaçamamaktadırlar (Goffman, 2014). Bahsi geçen durum ya da özelliklere sahip kimseler; ya rehabilite edilerek normalleştirilmeye ya da ötekileştirilerek ikincil konumda kalmaya zorlanmaktadırlar. Günümüzde kullanılan LGBTİ+ kavramı, egemen cinsel kimlik olarak değerlendirilen heteroseksüellik dışındaki cinsel kimlikleri; kavramsallaştırma ve tanımlama çabaları doğrultusunda ortaya çıkmıştır. Eşcinsellik, biseksüellik veyahut transeksüellik olarak adlandırılan cinsel kimlik biçimleri, tarih boyunca farklı toplumlarda farklı şekillerde adlandırılmış ve değerlendirilmiştir. Bazı toplumlar LGBTİ+ cinsel kimliklere kayıtsız kalırken, kimi toplumlarda kısmi olarak hoş görülmüş, kimilerinde ise yasaklanmış ya da zulme uğratılmış pratikler olarak karşımıza çıkmaktadır. LGBTİ+’lar bazı toplumlarda belirli düzeylerde “tolere” edilebilirken; birçok toplumda marjinalleştirilerek önyargı, ayrımcılık, baskı ve nefret söylemlerine maruz kalmaktadırlar (Kara, 2020). Ayrımcılık temelinde gerçekleştirilen bu tutum ve davranışlar LGBTİ+’lara yönelik hak ihlallerini arttırarak bireysel ve toplumsal sorunlara da sebep olmaktadır (Semlyen vd., 2016). Bireysel ve toplumsal sorunların ortaya çıkmasına sebep olan, ayrımcılığı besleyen gerçeklik olarak kendisini gösteren heteronormativite kavramı, cinsel davranış açısından “normalliğin” belirlenmesi konusunda heteroseksüelliği referans alır dolayısıyla; erkek-kadın cinsiyetleri arasındaki farklılıkların ve cinsiyet rollerinin değişmez, sabit ve doğal olduğu varsayımı olarak tanımlanabilir (VandenBos, 2015). Heteronormativite sistemli bir biçimde heteroseksüelliği yücelten; kültürel, sosyal ve ideolojik yapıdan etkilenen ancak heteroseksüellik dışındaki özneleri majinalleştirme eğilimi gösteren bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Bir başka ifadeyle tanımlayacak olursak; kişilerin biyolojik cinsiyetlerinin değişmez ve sabit olduğu ön kabulüne dayanarak kişilerin biyolojik cinsiyetlerine “uygun” davranışlarda bulunmalarının ve yalnızca karşı cinse ilgi duymalarının beklenmesi olarak özetlenebilir (Kuzgun ve Sevim, 2004; Vatandaş, 2007). Heteronormativite kavramı her öznenin biyolojik cinsiyetine, toplumsal cinsiyet rollerine, üreme ve cinsel davranışlarına dair bir beklentiyi ifade etmektedir. Nitekim; bu beklentiye uymayan öznelerin baskıcı ve ayrımcı tutumlara maruz kalarak zorbalık, nefret söylemi ya da nefret suçuna varan eylemlere maruz kalmalarına da sebep olmaktadır. Söz konusu beklentiler ve değerler sistemine uymayan birey, grup ya da topluluklar kendilerini azınlık olarak hissetmekte ve bu sebeple; duygularını, düşüncelerini ve davranışlarını rahatlıkla ifade edememektedirler (Kara, 2019). Toplumdan ayrışma ya da marjinalleşme hissi, kişilerin kendilerini ve potansiyellerini ortaya koyabilmeleri hususunda kısıtlayıcı bir etkiye sahip olduğu gibi; damgalanma ya da ayrımcılık temelli tutum ve davranışlara maruz kalmalarına ya da kalacaklarına yönelik kaygı duymalarına da sebebiyet vermektedir. Marjinalleştirme ya da ötekileştirme yaşantıları; ev, okul, iş ya da hayatın diğer tüm alanlarında kişilerin ayrımcı uygulamalarla karşılaşmalarına neden olabilmektedir. Yaşamın her döneminde hissedilen bu toplumsal baskı ve ayrımcı tutumların sistematik olarak devam etmesi, LGBTİ+’ların başta yaşam hakkı olmak üzere; eğitim, sağlık, hukuk ve sosyal hizmetlere erişimlerini de ciddi bir biçimde kısıtlamaktadır (Haas vd. 2011; Kara vd. 2021; Katz-Wise vd. 2012).
Heteronormativite kavramı; kültür, gelenek, eğitim sistemi, sağlık hizmetleri, sinema, reklam filmleri ve sosyal medya gibi; hayatın içerisinde var olan pek çok alanda kendisini göstermekte ve tekrarlı bir biçimde inşa edilmektedir. Sinema türünün en çok izlenilenleri arasında yer alan, romantik komedi filmlerini şöyle bir aklınıza getirin. Gelenekselleşmiş, toplum tarafından kabul görebilecek şekilde seçilen “kadın-erkek” arasındaki romantik ilişkinin ele alındığını ve söz konusu karakterlerin “yaygın” toplumsal cinsiyet rollerine ait özelliklere bariz bir şekilde sahip olduklarını anımsayacaksınızdır. Türk dizi tarihinde oldukça önemli bir yeri olan Çocuklar Duymasın dizisine göz atacak olursak; dizideki karakterlerin, evlilik yaşamı ile ilgili deneyim ve beklentilerinin; toplumsal cinsiyet rolleri ile olan paralelliğini de fark edeceksinizdir. Çocuklar Duymasın adlı durum komedisinde yer alan ve senaryoyu oluşturan karakterlerin hepsi evlidir. Dizi senaryosu temel olarak; birbirleri ile zıt özelliklere sahip, kentli ve eğitimli olan Haluk ve Meltem baş karakterlerinin evliliğini ve sosyal ilişkilerini konu etmektedir. Dizide Haluk karakteri, babalık ve eş rolleri ile tanımlanmış geleneksel ve tutucu erkekliği temsil ederken “taş fırın erkeği” benzetmesi ile karikatürize erkeklik temsiline de bir gönderme yapmaktadır. Dizinin ilk bölümlerinde Haluk’a benzer biçimde, Meltem karakteri de annelik ve eş rollerinin vurgulandığı kadınlık temsilleriyle dizide ve kamuoyunda yer almaktadır. Öyledir ki; dizinin yayınlandığı yıllarda gerçek yaşamında çocuk sahibi olmayan Pınar Altuğ; medya tarafından yılın annesi ödülüne layık görülür ve gündüz saatlerinde kadınlara yönelik programlarda sunuculuk yapmaya başlar. Meltem, dizinin başlarında ev içi alan ve annelik rolleriyle temsil edilirken; ilerleyen bölümlerde ev dışı/kamusal alanda da etkin bir özne konumunda yer alır. İlerleyen bölümlerde Haluk’un da erkeksilik kodlarına ek olarak romantizm, sanat ve ev içi pratiklerle birlikte; kadınlık kodları içinde temsil edildiğini ifade etmek yanlış olamayacaktır. Dizideki diğer çift temsili olan Gönül-Selami çifti de, yine geleneksel/egemen toplumsal cinsiyet karşıtı temsillerle kendilerini göstermektedir.
Çocuklar Duymasın dizisinde yer alan temsilleri, toplumsal pratiklerden bağımsız düşünmek oldukça güçtür. Söz konusu dönem için oldukça önemli bir anlatı aracı olan televizyon dizisi vesilesiyle, öykü içerisinde kadın ve erkek temsillerinin egemen/geleneksel vurgulara ek olarak; karşıt/eleştirel temsillerle bir arada var olması dizinin en önemli özellikleri arasındadır. Egemen/geleneksel ve karşıt/eleştirel temsillerin bir arada bulunması değişimin; ekonomik, sosyal ve kültürel boyutlarının fark edilmesini ve tanımlanmasını kolaylaştırmaktadır. Heteronormativitenin ayrımcılığa hizmet eden gerçeklik olduğu savını ise; gerçek yaşamında anne olmayan Pınar Altuğ’a yılın annesi ödülünün verilmesi ya da dizideki rolü sebebiyle gündüz kuşağında kadınsı bir figür olarak görülmesi ile birlikte düşünmek oldukça önemlidir. Öyledir ki Pınar Altuğ’un eşinin askerde olduğu dönemde başka birisi ile birlikte olması, aşkını açıklaması ve boşanma isteği kamuoyunda büyük yankı bulmuştur. Pınar Altuğ dizide ailenin devamlılığı için çaba sarf eden, çocukların problemlerine ilgiyle yaklaşan, baba ve çocuklar arasındaki çatışmalarda aktif rol alan, eşine düşkün, sadık, şefkatli vb. kadınlık temsillerine sahip Meltem karakterini canlandırırken, özel yaşamındaki deneyimleri kamuoyunda hayal kırıklığı, öfke ya da eleştiri ile karşılanmıştır. Bir başka ifadeyle; dizedeki Meltem karakterine ait heteronormatif temsiller Pınar Altuğ’ a ait görev, sorumluluk ya da beklentilere dönüşmüştür. Sanatçıya dair kamuoyunda ortaya çıkan bu beklentiler; toplumsal yaşamdaki kadınlık temsilleri ile paralel beklentilere dönüşmüş ve karşılanmaması durumunda da sanatçı olumsuz değerlendirmelere maruz bırakılmıştır. Buradan hareketle söyleyebiliriz ki dizi ve gerçek yaşamdaki kadınlık-erkeklik temsilleri birbirleri ile doğrudan etkileşim halindedir. Sinema ya da dizi ile ilgili örnekler verilmesine rağmen; eğitim, sağlık, hukuk ve sosyal yaşam alanlarında da tekrar tekrar üretilen heteronormativite kavramı; LGBTİ+ öznelerin anormal, istisnai ya da marjinalleştirilmiş hissetmelerine sebep olmakta ve yaşamlarına olumsuz etki etmektedir. Son dönemde özellikle dijital platformlarda ve görsel-yazılı basında heteronormativite yaklaşımını beslemeyen içeriklerin de üretilmesiyle birlikte; LGBTİ+ öznelerin, toplumsal yapıda kendilerine marjinallikten uzak bir yer bulabilmelerine ve böylece mevcut potansiyellerini ortaya koyabilmelerine olanak sağlanmaktadır. Bilimsel bir temelde “normal” olarak tanımlanan LGBTİ+ öznelerin, sosyal yaşamda diğer herkes kadar “anormallikten” uzak bir biçimde var olabilmeleri için; yalnızca kültür ve sanat alanında değil, yaşamın diğer tüm alanlarında da gerekli farkındalık bilincinin oluşturulmasının önemi açıkça gözlenmektedir.
Kaynakça
Başar K. “Farklı Yönleri ile Cinsel Kimlik: Bedensel Cinsiyet, Cinsiyet Kimliği, Cinsiyet Rolü ve Cinsel Yönelim”, Toplum ve Hekim (Cinsel Yönelimler, Cinsel Kimlikler ve Sağlık Sayısı), 2014; 29 (4): 245-251.
Jagose A. “Queer Teori: Bir Giriş”, Çev: Ali Toprak, Nota Bene Yayınları, Ankara, 2015.
Kara, Y. (2022). “Nitel Bir Araştırmanın Gösterdikleri: Türkiye’de LGBTQ+ Olmak”, Pamukkale Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı 52, Denizli, ss. 399-415
Kara, Y., Kır, H., Özgün, Y., Okumuş, E. (2021). Pandemi Sürecinde LGBTİ+’ların Sosyal Hizmetlere Erişimi Raporu. https://www.stgm.org.tr/sites/default/files/2021-06/pandemi-surecinde-lgbtilarin-sosyal-hizmetlereerisimi-arastirma-raporu.pdf
Kara, Y. (2020). Is queer social work possible? Social Sciences Studies Journal (SSSJournal), 61, 1718-1723. DOI: 10.26449/sssj.2278.
Kuzgun, Y. & Sevim, S. A. (2004). Kadınların Çalışmasına Karşı Tutum ve Dini Yönelim Arasındaki İlişki. Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi, 37(1), 14-27.
Özsoy, A. (2006). Popüler Kültür Ürünü Olarak Durum Komedileri: Çocuklar Duymasın
Örneğinde Aile Söylemi. Kültür ve İletişim, 143-173.
Semlyen, J., King, M., Varney, J., Hagger-Johnson, G. (2016). Sexual orientation and symptoms of common mental disorder or low wellbeing: Combined meta-analysis of 12 UK population health surveys. BMC Psychiatry, 16, 67. https://doi.org/10.1186/s12888-016-0767-z Serpen, A., Demirbilek, M., Duyan, V., Megahead, H. (2016). Using movies to ch
Weeks J. “Bir Kavramın Anatomisi: Cinsellik”, Çev: İlknur Güzel, Everest Yayınları, İstanbul, 2016.
VandenBos G. APA dictionary of psychology: American Psychological Association. Washington, DC. American Psychological Association. 2015.
Özsoy, A. (2006). Popüler Kültür Ürünü Olarak Durum Komedileri: Çocuklar Duymasın Örneğinde Aile Söylemi. Kültür ve İletişim, 143-173.



Yorumlar